Allahü Teala için sevenler
Ebû İdris el-Havlânî, Muaz (ra)’a: “Ben seni Allah için seviyorum” deyince Muaz: “Müjde, sonra yine müjde! Çünkü Rasûlullah (sav)’in şöyle buyurduğunu işittim:
“Kıyamet günü bir grup insan için arşın çevresine kürsîler konulur. Onların yüzleri ayın on dördü gibi parlak ve nurludur. İnsanlar korkup ürperirken onlar korkup ürpermezler. İşte onlar Allah’ın dostlarıdır (velileridir) ki, onlar için korku yoktur ve onlar üzülecek değillerdir.”
“Bunlar kimlerdir Ey Allah’ın Rasulü?” diye sorulunca da:“Allah için birbirini sevenler.” diye karşılık verdi. (Irakî, Mugnî, 158)
Ebedî kurtuluş
Fâtih Sultan Mehmed Han, Trabzon Rum İmparatorluğu üzerine sefere çıkmıştı. Şehre arkadan ulaşmak için dağlık ve ormanlık bir arâziden geçiliyordu. Bâzen baltacılar, önden yol açıyorlardı. Yolun müsâit olmadığı bir yerde Fâtih’in atı kaydı. Fâtih, bir kayaya tutunmak için uğraşırken elleri kanadı. Bu hâli müşâhede eden beraberindeki Uzun Hasan’ın annesi Sârâ Hatun, tam fırsatı olduğunu düşünerek:
“–Oğul! Han oğlu hansın! Bir yüce hükümdarsın! Trabzon gibi küçük bir kale için bunca meşakkate katlanman revâ mıdır?” dedi.
Çünkü Uzun Hasan, Trabzon Rum İmparatorluğu ile akrabâlık kurmuş ve bu yüzden annesini, bu seferden vazgeçirmek için Fâtih’e ricâcı olarak göndermişti.
Fâtih, elleri sıyrıklarla dolu olduğu hâlde doğruldu ve dedi ki:
“–Ey ihtiyar ana!.. Sen zannetme ki, çektiğimiz bunca zahmet, kuru bir toprak parçası içindir. Bilesin ki bütün gayretimiz Allâh’ın dînine hizmettir. İnsanları hidâyete kavuşturmaktır. Yarın huzûr-i ilâhîde, yüzümüz kara olmasın diyedir. Elimizde İslâm’ı tebliğ ve tâzîz imkânları varken, birtakım zahmetlere katlanmayıp ten rahatlığını tercih edersek, bize gâzi denilmesi revâ mıdır? Ehl-i küfre İslâm’ı götürmezsek, onların azgınlıklarına mânî olmazsak, huzûr-i ilâhîye hangi yüzle çıkarız?!.”İşte o “hayırlı ümmet”, ferdî bir müslümanlığın nâkıs olduğu, müslümanın ictimâîleşmesi, gönlünün bütün cihânı kuşatması gerektiğine dâir müşahhas bir misal oldular. Zira bir müslüman, dünyanın gidişâtından kendisini mesʼûl görmelidir. (Osman Nûri Topbaş, Altınoluk Dergisi Kasım-2014)
Takva
İnsanoğlunun nefsinde, bir tarafta nefsanî arzular ve fücur, bir tarafta ise takvâ vardır. Bir tarafta çamura saplanmak isteyen nefs, bir tarafta göklere kanat açmak isteyen ruh vardır.
Bu hususa temas eden Mevlânâ Hazretleri de buyurur ki:
“Ey Hak yolcusu! Gerçeği öğrenmek istiyorsan; Musa da, Firavun da ölmediler; bugün senin içinde yaşıyorlar, senin varlığına gizlenmişler, senin gönlünde savaşlarına devam ediyorlar! Bu sebeple birbirine düşman bu iki kişiyi kendinde araman gerekir!”
İşte insanoğlunun içinde duran bu düşmandan korunmasının yolu olan takvâ, hayatın her merhalesinde, ömrün her ânında elzemdir.Mü’min, nefsiyle olan mücadelesini sadece belli cephelerde değil ancak bütün cephelerde sürdürürse felâha kavuşabilir. Yani îmandan ibadetlere kadar, hayatımızın temelini oluşturan her meselede takvâ ölçüleri içinde yaşamak zarurîdir. (Osman Nûri Topbaş, Yüzakı Dergisi, Mart-2008)
3 şey, 3 şeyde gizlenmiştir
Câfer-i Sâdık Hazretleri buyurur:
“Allah Teâlâ, üç şeyi üç şeyde gizlemiştir:
1) Rızâsını tâatinde gizlemiştir. Bu sebeple O’nun tâatinden hiçbir şeyi küçük görmeyin; belki rızâsı o şeydedir.
2) Gazabını günahlarda gizlemiştir. Onun için hiçbir günahı küçük görmeyin; belki gazabı ondadır.
3) Evliyâsını mü’min kulları arasında gizlemiştir. Bu sebeple mü’minlerden hiç kimseyi hor görmeyin; belki o, Allah Teâlâ’nın velî kuludur.” (Ebû Tâlip Mekkî, Kūtü’l-Kulûb, I, 347; Gazâlî, İhyâ, IV, 49.)
Cenâb-ı Hakkʼın rızâsı bâzen büyük, bâzen orta, bâzense küçük bir şeyde gizlidir. Bu itibarla müʼmin, büyük-küçük ayırt etmeden, bütün sâlih amelleri, kaçırılmaması gereken birer fırsat bilmelidir.Hazret-i Ebû Bekir (ra) halîfe olmadan önce, civârındaki yetim kızların koyunlarını sağıverir, ihtiyaçlarını karşılardı. Müslümanların halîfesi olduğu zaman, artık hayat şartlarının değişeceği ve bu gibi küçük(!) görünen hizmetlerle ilgilenemeyeceği düşünülmüştü. Fakat değişen hiçbir şey olmadı. Hazret-i Ebû Bekir (ra), kendisi için büyük bir nasip bildiği bu hizmeti de, aynı mütevâzı hâliyle îfâya devam etti. (Bkz. Süyûtî, Târîhu’l-Hulefâ, s. 80; Sarıçam, Hz. Ebû Bekir, s. 82.)
İyilikte acele etmek
Rasûlullah (sav) buyurdular:“Yedi şey gelmeden önce güzel ve (sâlih) ameller işlemekte acele etmelidir. Bunlar: Unutturucu fakirlik, azdırıcı zenginlik, ifsâd edici hastalık, akılları götürecek ihtiyarlık, ânî ölüm, Deccal’in ortaya çıkışı ki -bu beklenen hâdiselerin en şerlisidir- ve kıyâmetin kopmasıdır. Kıyâmet ise hepsinden fecî, hepsinden daha acıdır.” (Bkz. Tirmizî, Zühd, 3/2306; Nesâî, Cenâiz, 123)
Neyi istersen o sana verilir
İmam Râgıb şöyle der:
İnsan dünyada ekin eken bir çiftçi durumundadır. Ameli ekini, dünyası ise ekin tarlasıdır. Ölüm vakti hasad ve harman zamanıdır. Âhiret ise harman yeridir. Elbette kişi ektiğini biçecek, hasad ve harman yaptığını ölçüp-tartıp kabına koyacaktır.
Nasıl ki harman yerinde tartılar, ölçekler, emniyet birimleri, korucu kolluk görevlileri varsa aynı şekilde âhirette de vardır. Yine harmanda buğdayı samanından ayıracak şeyler varsa aynı şekilde âhirette de güzel amellerle çirkin ve günah işleri birbirinden ayıracak şeyler vardır. Kim âhireti için çalışırsa onun ölçeği ve terazisi bereketli kılınıp ebedî âhiret azığı olur. Kim de sadece dünyası için çalışırsa bütün gayret ve çalışmaları hüsran ve batıl olur.
Demişlerdir ki: Süleyman (as)’a birini seçmesi için mal, mülk ve ilim arzettiler de Süleyman (as) ilmi seçti, malı mülkü istemedi.
Şâir ne güzel söyler:Dünyayı istersen, sana sadece dünyadaki payını verirler,
Ukbâyî/âhireti istersen, sana her ikisini birden verirler.
(İsmail Hakkı Bursevî, Rûhu’l-Beyân, 18.Cilt,Erkam Yay.)
Salih insan
Adamın biri sûfi Şekik bin İbrahim’e sorar: Halk benim için “Salih insan” diyor gerçekten öylemiyim nasıl anlarım? Cevap verir: Bunu bilmenin 3 yolu var; 1-Kalbini salih insanlara aç, senden hoşlanırlarsa o halde salihsin, 2- Dünyayı kalbine sun, reddederse salihsin, 3-Nefsine ölümü sun, ölümü isterse salihsin. Eğer bu 3 alâmet bir araya gelirse amellerine riya karışmaması için yalvar. Tenbihül Gafilin’den
Rızık Endişesi
Kuran‘ın iki kapağı arasındakileri okudum. 90 yerde Allah’ın rızka kefil olduğunu gördüm. Sadece bir yerde ise şeytanın insanı fakirlikle korkutacağını gördüm. Ve insanın, Rabbinin 90 yerdeki vâdini unutup şeytanın sadece bir yerdeki yalanına kandığını da gördüm. -Hasan-ı Basri (r.a)-
Hakîkî bir mü’min
Rivâyete göre Hazret-i Peygamber (sav) Hârise (ra)‘e sordular:
“-Yâ Hârise! Nasıl sabâhladın?”
Hârise:
“-Hakîkî bir mü’min olarak!” cevâbını verdi.
Bu defâ Hazret-i Peygamber (sav):
“-Yâ Hârise! Senin îmânının hakîkatinin delîli nedir?” dedi.
Hârise (ra):
“-Yâ Rasûlallâh! Nefsimi dünyâdan çektim. O kadar ki, dünyânın taşı ile altını, çamuru ile gümüşü, (gam ile sürûru) bana müsâvî oldu. Gecelerimi uykusuz, gündüzlerimi susuz geçiriyorum. O hâle geldim ki, şimdi Rabbimin arşını âşikâr bir şekilde görür gibiyim…” dedi.
Bunun üzerine Allâh Rasûlü (sav):
“-Tamam yâ Hârise! Gönlünü bu hâliyle muhâfaza et! İşte istikâmet budur!..” buyurdular.Hakk yolunda insanın varabileceği en yüce makâm, Allâh Teâlâ’nın kulundan râzı olmasıdır ki, bu da kulun Allâh’dan râzılığı ve O’na teslîmiyyetinin bir mükâfâtıdır.
Mürid
Mürid, Allah’ın rızalığını ve hoşnutluğunu arayan kimse demektir. Gerçi sevabımızın karşılığında Cenab-ı Allah cennetler verir. Lakin cennetlerin üstünde istenecek, Cenab-ı Hakk’ın kendisidir, Cenab-ı Hakk’ın rızası, hoşnutluğudur. Onun için tarikat yoluna giren kimse doğrudan doğruya cennetin talibi olan kimse değil, muradı Cenab-ı Hakk olandır. Mürid makamı, alelade iman makamının üstündedir. Çünkü alelade mü’min cehennemden korkar, azaba uğramaktan korkar ve cenneti sever, cennet nimetlerini ister. Mürid olan kimse, “Muradım “Cenab-ı Hakk’tır”der. “Allah’ın rızalığını isterim.”der. Allah’ı gücendirmekten korkar ve Allah’ın cemalini seyretmekten mahrum olmaktan da korkar.